2 Ekim 2008 Perşembe

TEKRAR PROGRAMI NASIL HAZIRLANIR ?


Kore Savaşı’nda Türk birliğinde bir topu doldurup boşaltan erler müthiş hızlı ve hatasız çalışıyormuş. Bu durum askerlerimizle birlikte savaşan Amerikan askerlerinin dikkatini çekmiş. “Acaba bu erler daha mı iyi eğitilmiş? Komutanları daha mı iyi?” diye düşünürken askerlerin karpuzcu oldukları gerçeği hiç ummadıkları biçimde ortaya çıkmış. Karpuzları kamyondan alıp sergiye ata ata (TEKRAR) eşgüdümü, zamanlamayı, pratiği çok iyi öğrenip benimsemişler...

Sınava girmeden önce, son anda yeni bir şeyler öğrenmekten kaçının. Son anda yeni bir şeyler öğrenmek, daha önceden öğrendiğiniz bilgiler üzerinde olumsuz etki yapar ve onların karıştırılmasına yol açar. Öğrendiğimiz herhangi bir bilgiyi anlamlı kılmaz ve düzenli aralıklarla tekrarlamazsak kısa sürede unuturuz. Dersin derste öğrenilmesi sadece bir başlangıçtır, ama yetmez! Kesinlikle tekrar edilmesi gerekir.

Tümüyle öğrenilmiş (%100) bilgiler bile öğrenmeden sonraki 24 saat içinde tekrar edilmezse; %80 oranında unutulmaya mahkumdur. Düzenli tekrar yapmayan bir öğrenci daha önce öğrendiği bilgileri çok az hatırlar ve bilgiler arasındaki bağlantıyı gerçekleştiremez. Sonuç olarak; öğrendiği tüm bilgilerde hedeflediğinin altında bir başarı verim elde eder. Bu durum da zaman ve emek kaybını beraberinde getirir. Böyle bir kısır döngü öğrenme isteğinin ve motivasyonunun kırılmasına yol açar. Bu durumda ÖĞRENDİKLERİNİZİ DÜZENLİ BİR ŞEKİLDE TAKRARLAMALISINIZ!

%100 öğrendiğimiz bir şeyin (ki bu her zaman mümkün değil) 20 dakika içerisinde yarısını, 60 dakika içerisinde %70’ini gün sonunda da %80’ini unuturuz. Ancak bu unutma hiçbir zaman sıfır düzeyine kadar inmez.

Tekrarlama programında uyulması gereken (bellek süreçleri üzerinde yapılmış araştırmalarla tespit edilen) prensipler şunlardır :

· 1. Tekrar : Öğrenmeden hemen sonra yapılacak 10 dakikalık bir tekrar, hatırlanan miktarın 1 gün korunmasını sağlar.

· 2. Tekrar : Öğrenmeden yaklaşık bir gün sonra yapılacak 10 dakikalık bir tekrar, öğrenilen bilginin bellekte bir hafta saklanmasını sağlar.

· 3. Tekrar : Bir hafta sonunda yapılacak 10 dakikalık bir tekrar, öğrenilen bilgilerin bellekte 1 ay saklanmasını sağlar.

· 4. Tekrar : bir ay sonunda yapılacak 10 dakikalık son tekrar öğrenilenlerin uzun süreli hafızada son derece güçlü bir şekilde korunmasını sağlayacaktır.

Tekrar: Notların gözden geçirilmesi ve konu ile ilgili soruların çözülmesidir. Yatmadan önce ve sabah etüdünde; gün içinde öğrenilenlerin tekrarlanması bilgileri pekiştirecektir.

Çevremizde çok fazla sayıda ZAMAN hırsızı var ! Bunların sayıları giderek artıyor, dikkat edilmesi gereken nokta bu zaman hırsızlarına fırsat verip vermediğimizdir. Bu sorunu aşmak için öncelikle sizin zamanınızı çalan şeyleri saptamanız ve böylece bunlara engel olmanız gerekiyor. ZAMANINIZI ETKİLİ KULLANIN !

Önemli olan dersin başında kaç saat geçirdiğinizden çok; bu saatleri nasıl geçirdiğinizdir. Verimli çalışma, düzenli bir çalışma ortamında; önceden hazırlanmış bir çalışma programına uygun ve dikkati çalışılacak konuda yoğunlaştırarak yapılan çalışmadır. VERİMLİ ÇALIŞIN !

Hiç ara vermeden çalışmaya kalkarsanız, algılama düzeyi bir süre sonra düşmeye başlar. Çok sık ara vererek çalışma durumunda ise “hatırlama eğrisi” düşer. Çalışmayı kısa süreli dinlenme aralıkları ile sürdürmek, hem öğrenilenlerin özümsenmesi hem de zihnin kendini toparlaması açısından son derece yararlı olur.

Başarıya ulaşmak isteyen bir öğrencinin; zamanını günlük olayların akışı içinde rastlantılara bırakmadan, ESAS AMACI doğrultusunda planlı olarak kullanması gerekir. Eğer :

· Zaman buldukça, istek duydukça çalışıyorsanız,

· Çalışmaya başlamakta ve uzun süreli çalışmakta güçlük çekiyorsanız,

· Çalışmanıza rağmen verim alamıyorsanız,

PROGRAMLI ÇALIŞMAYI DENEMELİSİNİZ !

SINAV İÇİN KENDİNE GÜVENME


Öğrenci açısından niteliği ne olursa olsun, her sınav önemlidir. Öğrencinin sınav sınava girerken kendine güvenmemesi ve sınavı gözünde büyütmesi sınavdaki başarısını ne kadar olumsuz etkilerse; katıldığı sınavı küçümsemesi de aynı biçimde olumsuz etki yaratır.

Gerçekte kendine güven duygusu, öğrencinin kendi yeterlikleriyle sınav koşullarına uyumunu kolaylaştırmakta; coşkusunu denetim altında tutmasına yardımcı olmaktadır. Bu yönüyle, sınava belli bir plan içinde ve amaçlı olarak çalışmış olan ve bu arada ders kitaplarını ayrıntılı olarak incelemiş, çalışmalarını zamanında yerine getirmiş, konuları öğrenmede değişik çalışma yöntem ve tekniklerinden yararlanmış bir öğrencinin sınava herhangi bir başkası kadar ve hatta ondan daha çok hazırlanmış olarak girdiğinin ve başarmak için yeterli bilgi ve beceriye sahip olduğunun bilincinde olması gerekir.

Planlı Çalışma Yöntemi

Plan yapılacak işerin belirli bir süre ve düzen içine sokulmasıdır. Peki niçin planlı çalışma? Aynı zamanda birden çok işi yapma ya da dersi çalışmayla yüz yüze geldiğinizde iş ya da derslerden her birinin üzerinizde yarattığı ruhsal baskı, bunlardan birine kendinizi tümüyle vermenizi engelleyecek ve verimsiz biçimde bunların birini bırakıp ötekine atılmanıza neden olacaktır.

Çalışmada plan “nasıl”, “nerede”, “ne zaman” çalışmaya karar vermek, demektir. Planlı çalışma öğrenciye; yaptığı çalışmanın yönünü gösterir, onu sık sık karar değiştirmekten kurtararak boşuna zaman kaybetmeyi önler.

Planlı çalışma başarının artırılmasında en önde gelen koşuldur. Çünkü çalışmada plansızlık; dikkatsizliğe, yorgunluğa, isteksizlik ve dalgınlığa neden olur.

Çalışma planı hazırlanırken çalışma sürelerinin planlanmasına dikkat etmek gereklidir. Çalışılması gereken birkaç ders varken, yalnızca bir derse ağırlık vermek diğer derslerin bir kenara itilmesi demektir. Her derse belli bir süre ayırırken bu sürenin derslere göre uzunluk ve kısalığı öğrencinin çalışılacak konuya ilişkin ön bilgisine ve dersin gerektirdiği çalışma yöntemine (yazma, okuma, anlatma, tekrar, deneme vb.) göre değişir.

Çalışma planında hangi dersin hangi zamanda çalışılacağına karar verirken genel ilke zor dersleri en iyi anlaşılan saatlerde çalışmaktır.

Çalışmak için ayrılacak saatler belirlenirken dersin sınıfta verildiği gün ve zamana yakın olmasına dikkat edilmesi zaman bağlamı açısından yararlı olur. O gün sınıfta işlenecek konuyu dersten önce çalışmak da sınıfta dersin izlenmesini ve öğrenilmesini kolaylaştıracaktır.

Yemeklerden hemen sonra çalışmaya başlanılmamalıdır.

En iyi çalışma biçimi ara vererek yapılan çalışmadır. Dinlenme süresi içinde tv izleme, uyuma, arkadaş söyleşileri, gazete okuma vb yeniden çalışmaya dönmeyi engelleyicidirler.

Zorunlu olmadıkça bir dersi çalıştıktan sonra bu derse yakın özellikteki bir başka ders çalışmaya geçilmemelidir.

Çalışma planları günlük, haftalık, aylık olarak hazırlanabilmekle birlikte en kullanışlı çalışma planı haftalık çalışma planıdır.

Planlı çalışma baştan sona amaçlı bir iştir. Bunun için planlı çalışacak öğrencinin planlı olmanın önem ve gereğini anlamış olması gerekir.

Buna göre çalışmada plan öğrencinin

· Bir işin hazırlanmasında kendine yeterli zamanı yaratmasını sağlar.

· Daha etkin olmasına yardımcı olur.

· Kendisine güvenini yükseltir.

· Sorunlarını çözmesini kolaylaştırır.

· Doğru karar vermesini sağlar ve sık sık karar değiştirmekten kurtarır.

En iyi öğrenilen saatler zor öğrenilen ders yada konulara ayrılmalıdır.

Çalışma planı ani olarak ortaya çıkabilecek durumlarda yapılacak çalışmanın değişik saatlere kaydırılmasını sağlayacak esneklikte olmalıdır.

Yapılacak çalışma planlarında esneklik; işlerlik; gerçeklik; yönlendiricilik; uygulanabilirlik olmalıdır.

NASIL HATIRLARIZ ?


Nasıl hatırlarız? Nasıl öğreniriz?

Okuduklarımızın % 10’unu, %1 tad alarak

İşittiklerimizin %20’sini, %1,5 dokunarak

Gördüklerimizin %30’unu %3,5 koklayarak

Görüp + işittiklerimizin %50!sini, %11 işiterek

Söylediklerimizin, anlattıklarımızın %80’ini, %83 görerek öğreniriz.

Yaptıklarımızın %90’ını hatırlarız !

“BAŞARININ SIRRI TEKBİR ŞEYLE ADAMAKILLI, DİĞER BİNLERCESİYLE DE GEREKTİĞİ KADAR MEŞGUL OLABİLMEKTİR.” H.Walpole

İnsan zihni dakikada 600 kelimelik konuşma hızını algılama kapasitesine sahiptir. Oysa normal bir konuşmanın hızı, dakikada 150 kelimedir.

Bu durumda dinleme esnasında zihnimizde her bir dakika için 450 kelimelik bir boşluk doğmaktadır. Bu boşluk dikkatimizin dağılmasını kolaylaştırır ve dağılması için adeta teşvik eder. Bu olumsuz durumun önüne geçmenin yöntemi ise dikkatimizi öğretmene ve konuya yoğunlaştırmaktır !

“BİZ BİLİMADAMLARI SAHİLDE DENİZ TAŞLARI TOPLAYAN ÇOCUKLAR GİBİYİZ. BENİM DİĞERLERİNE GÖRE DAHA FAZLA RENKLİ TAŞ TOPLAMIŞ OLMAM, DİZLERİME KADAR SUYUN İÇİNE GİRMİŞ OLMAMDANDIR.” İ. Newton

SINAV KAYGISI BAŞARI ILIŞKISI

Yapılan araştırmalar beyinde katekolamin (stres sırasında salgılanan nörotransmitter) miktarındaki artışın, hatırda tutulan miktarı arttırdığını, yakın bilgilerin hatırlanmasını düzenlediğini ve hafızada bilgi depolamayı olumlu yönde etkilediğini ortaya koymuştur. Bu sonuç öğrenme için belli bir düzeyde stresin yol açtığı kaygıya ihtiyaç olduğunu herhangi bir kaygı olmadan öğrenmenin zor olduğunu göstermektedir.

Başarıyı etkileyen etmenlerden biri de sınav kaygısıdır. Çoğu klinikçiler kaygı ve heyecanın bireyin öğrenme ve hatırlama yeteneklerinde etkin olduklarını savunurlar. Bazı öğrenciler yazılı ve sözlü sınavlarda heyecanlanıp terler ve konuşmalarında duraksamalar görülür. Sınav bitiminde “bildiğim soruyu yapamadım, heyecandan ne söyleyeceğimi şaşırdım” diyen öğrenciler bunlara örnek olarak gösterilir.

Öğrenme ve hatırlama sırasında stres verici şartlar arttırıldıkça yüksek kaygılıların başarısı daha da düşmektedir. “Çok az vaktiniz kaldı hadi çabuk olun, Bu kadar basit soruları bile yapamıyorsunuz yazık size, sen aptal mısın doğru cevap önünde işte...” gibi ifadeler kaygı verici şartları arttırmaktadır.

Kaygı, sınavlar ve başarı arasındaki ilişki karmaşık olsa da kaygı ve akademik başarı arasında negatif bir ilişkinin varlığı söz konusudur. Düşük kaygı yüksek başarı ile ilişkilidir, veya bunun tersi geçerlidir. Kaygı çalışmayı güçleştirir, düşünce sürecine müdahale eder. Sınav kaygısının akademik başarı üzerinde uzun süren bir etkisi olduğu görülmüştür.

Özellikle yüksek kaygılı çocukların etkili problem çözme stratejilerini daha az kullandıkları verilen ödevi yerine getirmede daha başarısız oldukları ve düşük kaygılı arkadaşlarına göre dikkatleri daha çabuk dağılmaktadır. Bunun sonucu olarak da değerlendirme sınavlarında başarıları düşük olmaktadır.

Kaygı konusunda yapılan araştırmaların verdiği ilginç sonuçlardan biri de okul başarısının çok yüksek ve çok düşük olduğu durumlarda kaygı düzeyinin başarıyı etkileyen temel bir faktör olmadığıdır.

HAFTALIK DERS ÇALIŞMA PROGRAMI HAZIRLADINIZ MI?


Başarıya ulaşabilmek için çalışmaların sistemli olarak sürdürülmesi gerekir. Ders saatlerinde gerçekleşen bilgi aktarımı öğrenmenin ve başarının ön koşuludur; ancak kesinlikle yeterli değildir.

Ders çalışırken kendine uzun dinlenme aralıkları veren bir öğrenci enerji ve zaman savurganıdır. Bu öğrenci her seferinde öğrendiklerini (sil baştan) bir daha hatırlamak durumunda kalır. Öğrenilecek bilginin daha önce öğrenilmiş bilgilerle bağlantısı zayıf olacağından öğrenmek giderek zorlaşacaktır. Bu durum öğrenme isteğinin kırılmasına ve karamsarlığa neden olur.

“BUGÜN KİM OLDUĞUMUZ, DÜNKÜ TERCİHLERİMİZİN BİR SONUCUDUR; YARIN KİM OLACAĞIMIZ BUGÜNKÜ KARARLARIMIZIN BİR SONUCU OLACAKTIR.”

Çalışma programı nasıl hazırlanır?

· Gerçekçi bir çalışma programının oluşturulabilmesi için önce günlük yaşantınızda yer alan olayların ve zaman kaybına yol açan durumların belirlenmesi zorunludur.

· Uygulanabilir bir çalışma programının hazırlanabilmesi için, tüm etkinliklerin gerçekçi bir biçimde programlanması gerekmektedir.

· Haftalık program hazırlanırken günlük etkinlikler haftanın her günü için ayrı ayrı gözden geçirilir. Her faaliyet için ayrılan zamanlar belirlenir.

· Program hazırlanırken en verimli olduğunuz saatlerin ders çalışmaya ayrılmasına dikkat edilmelidir. En verimli çalışma; 2’şer saatlik dilimler halinde gerçekleştirilenidir. Bu sürenin 40 dakika çalışma, 10 dakika tekrar, 10 dakika dinlenme, 40 dakika çalışma, 10 dakika tekrar ve 10 dakika dinlenme şeklinde yürütülmesi önerilir.

· Haftalık ders çalışma programı hafta sonunda mutlaka gözden geçirilmelidir. Yeterli ve verimli çalışmanın gerçekleşmemesi durumunda bir sonraki hafta için yeniden düzenlenerek aksaklıklar giderilmelidir.

· Çalışmaları önerilen doğrultuda sürdüren öğrenci çalışmalarını düzenli olarak yürütmenin yanı sıra kendisine zaman ayırma şansına da sahip olacaktır.

“İNSANLAR BENİM USTALIĞIMI ELDE ETMEK İÇİN NE KADAR SIKI ÇALIŞTIĞIMI BİLSELER, ONUN O KADAR HAYRET EDİLECEK BİR ŞEY OLMADIĞINI ANLARLARDI.” Michelangelo

BAĞIMLILIK

Keyif verici veya uyuşturucu maddelerin kullanımı insanlığın tarihi kadar eskidir.Tıbbi terminolojide psikotrop madde (Psikotrop drug ) olarak tanımlanan bu kimyasallar insan beynine etki ederek insan davranışını değiştirirler.Uzun süre kullanım ile beyinde hasar oluşturarak tedavi gereken klinik durumlar ortaya çıkar.

Ruhsal yaşantıyı değiştiren ve bozan bu kimyasallar her insanda farklı tepkilere neden olur.Genel olarak geçici keyif verir daha sonra ise ruhsal bozulma yapar.Bazı kişileri ağlatır rahatlatır, bazı kişileri güldürür rahatlatır, bazı kişileri saldırgan yapar, bazı kişileri suçlayıcı, bazı kişileri içine kapanık yapar.Sonuçta bu psikotrop maddeler yüksek beyin kontrolünü bozar kişiliğin arka planını ortaya çıkarırı ve sosyal ilişkilere zarar verir.Psikotrop maddelerden sayılan sigara ve kafein ise daha çok kişinin kendi sağlığına zarar verir.Nikotinizm ve kafeinizm oluşarak bağımlılık ortaya çıkar.Alkol, eroin, esrar grubu psikotrop maddeler kişinin kendisine zarardan çok önce kişinin davranışlarını değiştirdiği için toplumsal rolüne zarar verir.

BAĞİMLILIĞIN ÜÇ AYAĞI

Birinci ayak maddenin kendisidir, özgü belirtilere neden olur.
İkincisi bireyin kişilik yapısıdır.
Üçüncü ayağı ise kişinin bulunduğu bağımlılık alt kültürüdür.

Bağımlılığı ele alırken bu üç boyutu birlikte değerlendirmek ve tedavide birlikte plan yapmak gerekmektedir.

GEREKSİZ İLAÇ KULLANIMI

İlaçların gereksiz hatta kötü kullanımı söz konusudur.Psikotrop ilaçlar kimyasal maddelerdir.Beyin hücrelerindeki alıcılara bağlanırlar.Beyin hücrelerinin ilaca ihtiyacı yoksa zarar verici etkiler ortaya çıkar.Hücre fonksiyonlarını bozmaya başlar.Psikotrop ilaçların rahatlatıcı etkisi nedeniyle hekim olmayan kişilerin önerileri ile birleşince ve kötü amaçlı kullanımına sık rastlanmaktadır. Bir insanın psikotrop ilacı bilinçsizce kullanması kendi kendisini ameliyat etmek gibi zararlı bir davranıştır. Psikotrop ilaçları amacı dışında keyif verici olarak kullanmanın ruhsal yaşamı düzeltmek değil bozmak yönünde etkisi olacaktır.

BAĞIMLILIK NEDİR?

Madde veya ilaç bağımlılığının ilaçla merkezi sinir sistemi sonucu kişi ilaca karşı aşırı bir istek duyar. Yaşamının en önemli konusu bu maddeyi almak olmuştur.

PSİKOLOJİK BAĞIMLILIK

İlacın alınmasına karşı direnç artımı (tolerans) oluşmaz. Güçlü ve aşırı maddeyi arama, o etkiyi yeniden yaşama isteği vardır.

FİZİKSEL BAĞIMLILIK

Kullanılan ilacın veya maddenin kesilmesi veya azaltılması sonucu yoksunluk belirtileri ortaya çıkar. Direnç artımı gelişir. İlk günler bir kadeh ve hap rahatlatırken günler sonra doz iki-üç misli artar. Beyin hücreleri bu ilaca uyum sağlar o madde olmadan normal görevini yapamaz duruma gelirler.

YOKSUNLUK BELİRTİLERİ (KRİZ)

Terleme, çarpıntı, titreme, uykusuzluk, bulantı, kusma, saldırganlık, sıkıntı, huzursuzluk, epilepsi nöbetleri, halusinasyonlar, eklem ağrıları, ishal gibi belirtilerden bazıları görülür. Deliryum tremens uzun süreli alkol alanlarda ortaya çıkar ve ölüm riski fazla olan bir tablodur. Bulunduğu yeri, zamanı, kimliğini, bilincini kaybeder. Yatakta böcekler arar, kendi kendine konuşur, hayaller görür.

İPTİLA NEDİR ?

Tutsaklık, tutkunluk “Addiction” olarak tanımlanır. Köle olmak kökünden gelmektedir. O kişi için madde tek amaç ve beklenti olmuştur. Yasal olan ve olmayan bütün yollara başvurur. Bütün hayatı bu temel dürtü ile yönlenir. Alamadığı zaman yoksunluk belirtisi gösterir.

ALKOLİZM

Alkolizm bir aile hastalığıdır. Bunun için tedavide bütün aile ele alınmalıdır. Tekrarlayıcı olarak fazla miktarda alınan alkole bağlı davranışsal bozukluktur. Alkolik bütün kötü ve zararlı sonuçlarına rağmen içmeye devam eder.

Alkol İçme Nedenleri :
Zevk almak
Duyguları düzeltmek
Stresle başa çıkmak
Alkol içme tutkusu (craving, aşerme)

ALKOLİK YAŞAM TARZI
Alkoliğin içmek için her zaman bir nedeni vardır. Mutluluk, gerginlik, neşesizlik gibi içme fırsatları sonsuzdur. Tatil, parti, doğum günü, arkadaş toplantısı gibi. Alkolizm ilerledikçe problemler artar, yalnız içmeye başlar, gizlice içer, şişeleri saklar, sorunu örtmeye çalışır. Pişmanlık, suçluluk duyar, bunu bastırmak için daha çok içer. Alkol aldıkça depresyon artar, depresyon arttıkça daha çok alkol alır. Uyku kalitesi bozulur, gece uyanır, panik nöbetleri artar. Ağrılar ve nefes darlığı artar, bunu bastırmak için daha fazla içer.

ALKOLİZMİN FİZİK BULGULARI
Kırmızı burun, avuç içi kızarıklık, gözün kornea tabakasında yağ halkası, elde tremor, sigara yanıkları morartılar, el ve ayaklarda kısmi felçler.

ALKOLİZMİN SOSYAL SONUÇLARI
Boşanma, terkedilme, iş sorunları, ev-iş-trafik kazaları, yasal sorunlar, ceza evi

ALKOLİZMİN BEDENSEL SONUÇLARI
Kara ciğer sirozu (yoksul alkoliklerde), körlük, kardiyomiyopati (kalp büyümesi, zengin alkoliklerde), tansiyon yükselmesi, kas yıkımı, kan hastalıkları, pankreas iltihabı, zatürre, felçler, beyincik hasarı sonucu denge kaybı.i

ALKOLİZMİN PSİKOLOJİK SONUÇLARI
Paranoya gibi akıl hastalıkları, Depresyon, İntihar, Demans gibi hafıza kayıpları ve erken bunamalar.

UÇUCU MADDE KULLANIMI

Son 50 yıldır petrokimya sanayi çok hızlı gelişti, çok sayıda organik volatif (uçucu) madde üretildi. Benzen, toluen gibi bu maddeler yapıştırıcı ve boya inceltici olarak kullanılmaktadır. (tiner,bally..)

Kolay elde edilmesi nedeniyle 12-17 yaş arası dönemde sokak çocukları sıkça kullanılmaktadır.

Öföri hali, neşelilik, cinsel istekte artış, hayal görme yapması özellikleridir. Plastik torbalarda, elbise üzerinden solunarak veya ısıtılıp buharı solunarak alınır. Alkol sarhoşluğa benzer. Muhakeme, algı bozulur, peltek konuşma, çift görme, titreme, görme bulanıklığı yapar.

Uzun kullanımlarda karaciğer yetmezliği, felçler, işitme bozukluğu, görme bozukluğu, beyin hasarı, kalpte ritm bozukluğuna rastlanır.

KAFEİZM

Kahve, çay, kola, kakao, çikolata şeklinde tüketilir. Bir fincan kahvede 150 mg, bir bardak çayda 75 mg, bir bardak kolada 50 mg kafein vardır.

250 mg kafein alındığında sinirlilik, huzursuzluk, uykusuzluk, çarpıntı, yüz kızarması, sık idrar, adale seğirmesi, düşünce dağınıklığı, mide, bağırsak bozuklukları başlayabilir. Bu intoksikasyon belirtileridir. (zehirlenme)

Kafein alınmadığında şiddetli baş ağrısı çekiliyorsanız, huzursuzluk ve sıkıntılı oluyorsanız kafeizm oluştuğu sonucuna varılır.

TÜTÜN BAĞIMLILIĞI

Nikotin tütünün aktif maddesidir. Merkez sinir sistemini uyarıcı bir kimyasaldır.sigara içenler kendilerini o an canlı ve enerjik hissederler, konsantrasyonu geçici olarak artırır.

Kesilme belirtilerinde şiddetli arama isteği, huzursuzluk, sinirlilik, öfke, sıkıntı, konsantrasyon güçlüğü, çarpıntı, iştah artışı görülür.

Nikotinin demansı (bunama) önlediği zannediliyordu. Sonra anlaşıldı ki ileri yaşta demans hastalarında sigara içme oranı azlığı nedeni şu imiş, sigara içenler demansa giremeyecek kadar erken ölmeleri nedeniyle yaşlanmıyorlar ve bunamıyorlar.

Nikotini sürekli kullananlarda beyin elektrosunda artmış, yavaş ritm görülür. Beyin katekolamirleri azalır, rem uykuzu bozulur.

Ergenlik döneminde genelde otoriteye baş kaldırışın sembolik ifadesi olarak başlar. Bazı kişiler nikotine yatkındır, ayağı kesildiği halde içmeye devam edenlerde bağımlılık geni olduğu söylenebilir.

Tütün bağımlılarında tütünde bulunan 3-4 benzpiren maddesi yani katran maddesi kanserojen kimyasaldır.tavşan kulağında yapılan bir deneyde bu gösterilmiştir. Tavşan kulağı tıraş ediliyor, 3 ay süre ile sigaranın katran maddesi sürülüyor. 3 ay sonra tavşanın kulağı da parçalanıp inceliyor. Mikroskopta kanserleşmiş hücreler görülüyor.

Aİlede Çocuk SayIsInIn Çocuk SağlIğI


I. Doğurganlık ve Sağlık:

a- Çocuk Sayısının Çocuk Sağlığına Etkisi: İlk önce yanıtlanması gereken soru şudur: Ailedeki çocuk sayısının az ya da çok olması, o ailedeki bireylerin sağlığını etkiler mi, etkilemez mi? Bu konuda dünyanın çeşitli ülkelerinde yapılmış çok sayıda araştırma vardır. Bu araştırmalar, ailede çocuk sayısı arttıkça aile bireylerinin daha sağlıksız olduğunu göstermiştir. Bu araştırmalardan birkaç örnek verebiliriz:

Dingle ve arkadaşları, A.B.D.'nin Cleveland kentinde 25.000 çocuk üzerinde yaptıkları araştırmada, yılda aile başına düşen ortalama hasta sayısının ailede çocuk sayısı arttıkça 2.9'dan 16.9'a yükseldiğini görmüşlerdir. Bu, bir yandan ailenin kalabalık olmasından, bir yandan da çok çocuklu ailelerde her çocuğun daha sık hastalanmasından ileri gelmektedir. Gerçekten az çocuklu ailelerde yılda çocuk başına ortalama hastalanma sayısı bir olmasına karşın, ailede çocuk sayısı arttıkça her çocuk daha çok hastalanmakta ve sekiz çocuklu ailelerde bu sayı çocuk başına ikinin üzerine çıkmaktadır (Tablo:1).

Tablo:1- Enfeksiyöz Gastro-Enterit Hastalığına Yakalanmada Ailede Çocuk Sayısının Etkisi

Çocuk Sayısı

İzlenen Toplam Gün

Kişiler Aileler

Ailelerde Hastalık Sayısı

Yılda Hastalık Sayısı

Kişi Başına Aile Başına

3

38.991 12.997

104

0.97 2.92

4

269.604 67.401

869

1.18 4.71

5

399.450 79.890

1.671

1.53 7.63

6

201.396 33.566

1.044

1.89 11.35

7

36.491 5.213

189

1.89 13.23

8+

31.104 3.888

180

2.11 16.90

Kaynak:Dingle, J.H. ve ark.: Cleveland'da 25.000 çocuk üzerinde bir araştırma.

Wray ve arkadaşları da Kolombiya'da Candelaria kentinde çocuk beslenmesi üzerinde bir araştırma yapmışlardır. Bu kentte bir çocuklu ailelerin çocuklarının yüzde 32'sinin beslenmesinin yetersiz olduğu görülmüştür. Buna karşılık ailede çocuk sayısı arttıkça beslenme yetersizliği olan çocukların oranının yüzde 46'ya yükseldiğini saptamışlardır (Tablo:2).

Tablo:2- Ailede Yaşayan Çocuk Sayısına Göre Okul Öncesi Çocuklarda Beslenme Yetersizliği

Ailede Yaşayan Çocuk Sayısı

Toplam Çocuk Sayısı

Beslenme Yetersizliği Olan Çocuk

Sayı Yüzde

1

75

24 32.0

2

185

63 34.1

3

178

73 41.0

4

204

83 40.7

5

136

57 41.9

6

122

57 46.7

7

62

25 40.3

8+

106

49 46.2

Kaynak:Wray, J.,Aguirre,A. Colombia Candelaria'da bir araştırma.

Çocuk ölümlerine gelince, Wyon ve arkadaşlarının Pencap'ta (Hindistan) yaptığı bir araştırmada, iki çocuklu ailelerde her yıl doğan bin çocuktan 116'sının bir yaşını doldurmadan öldüğü saptanmıştır. Buna karşılık ailede çocuk sayısı arttıkça bu oran yükselmekte ve yediden fazla çocuğu olan ailelerde her yıl doğan bin çocuktan 206'sı bir yaşını doldurmadan ölmektedir. 1-2 yaşındaki çocuklarda da aynı durum göze çarpmaktadır. İki çocuklu ailelerde, her yıl 1-2 yaşındaki bin çocuktan 15'inin ölmesine karşılık, yedi ve daha fazla çocuklu ailelerde her yıl 1-2 yaşındaki bin çocuktan 95'i ölmektedir (Tablo:3).

Bir ailenin çok çocuklu olmasının, çocukların zekâsını da etkilediği saptanmıştır. A.B.D.'de yapılan bir araştırmada, tek çocuklu ailelerde çocukların ortalama zekâ indeksi 106 olmasına karşın, ailede çocuk sayısı arttıkça indeks, yani çocukların zeka düzeyi, düşmekte ve on çocuklu ailelerde ortalama indeks 60 olmaktadır (Tablo:4).


Tablo:3- Çocuk Sayısının Çocuk Ölümlerine Etkisi

Çocuk Sayısı

1 2 3 4 5 6 7

Sayısı Bilinmeyen

Toplam

Doğum Sayısı

230 209 210 197 165 136 326

6

1.479

Neonatal Ölüm

Oranı (binde)

96 53 81 30 85 51 95

161

161

Bebek Ölüm

Oranı (binde)

172 116 145 124 172 164 206

266

161

0-2 Yaş Ölüm

Oranı(bin kişide)

76 16 24 92 96 77 95

-

68

Kaynak:Wyon, J.B., Gordon,J.E., Pencap'ta 1479 Çocuk Üzerinde Bir Araştırma.

Tablo:4- Ailede Çocuk Sayısının Zekâ Üzerine Etkisi

Çocuk Sayısı

Aile Sayısı

Deney Yapılan Çocuk Sayısı

Çocukların Ortalama Zeka Seviyesi
(I.Q)

1

141

141

106.37 ± 1.39

2

370

583

109.56 ± 0.53

3

287

606

106.75 ± 0.58

4

122

320

108.95 ± 0.73

5

57

191

105.72 ± 1.15

6

21

82

99.16 ± 2.17

7

7

39

93.00 ± 3.34

8

4

25

83.80 ± 4.13

9

5

37

89.89 ± 2.94

10

2

15

62.00 ± 7.55

Kaynak: Reed ve Reed'in Minnesota'da Yaptığı Araştırma.

Kadınların sık doğurması da çocuk sağlığını olumsuz etkileyen etmenlerdendir. Yine A.B.D.'de yapılan bir araştırmadan örnek verelim: Bir önce doğan kardeşinden bir yıl sonra doğan bin çocuğun 146'sının bir yaşını tamamlamadan ölmesine karşılık, bir önceki kardeşinden 3-4 yıl sonra doğan bin çocuktan ancak 85-86'sı bir yaşına varmadan ölmüştür. Başka bir deyimle, doğan her bin çocuktan 61'i anneleri sık çocuk doğurduğundan ölmektedir (Tablo:5).

Tablo:5- Doğumlar arası Aralığın Çocuk Ölümlerine Etkisi

Oranlar

Doğumlar arası Aralık (yıl)

1 2 3 4

Neonatal Ölüm Oranı (binde)

51.2 37.3 36.7 38.1

Bebek Ölüm Oranı (binde)

146.7 98.6 86.5 84.9

Kaynak: Woodburg,R.M., Baltimore'da 8196 çocuk üzerinde bir araştırma.

b- Doğurganlığın Kadın Sağlığına Etkisi: Sık çocuk doğurma kadın sağlığını üç yönden etkiler. Birincisi, çok doğurma nedeniyle kadınların ölüm olasılığının artmasıdır. İngiltere'de yapılan bir araştırmada, sekiz kez çocuk doğuran kadınların gebelik ve doğum nedeniyle ölme olasılığı, üç kez doğum yapan kadınlara göre dokuz kat fazla bulunmuştur. İkinci husus, çok doğuran kadınlarda kadın hastalıklarının daha sık görülmesidir. Üçüncü etkisi de, aşırı doğurgan kadınların iyi beslenemiyor ve çok çalışıyorlarsa erken ihtiyarlamalarıdır. Kırk yaşındaki bir köylü kadının 60-70 yaşındaki kentli bir kadın gibi görünmesinin temel nedeni aşırı doğurganlıktır.

c- Ailede Çocuk Sayısının Genel Sağlığa Etkisi: İngiltere'de aileleri sosyal durumları ve ekonomik gelirlerine göre sınıflandırmışlar ve birinci sınıfa, iş adamları ve yüksek öğrenim görmüş hekim ve mühendis gibi meslek mensuplarını koymuşlardır. Beşinci sınıfta da niteliksiz işçiler vardır. Bu iki sınıf arasında veremden ölme olasılığı işçiler aleyhine 2.6 kat; mide kanserinden ölme olasılığı 2.3 kat ve kronik bronşitten ölme olasılığı 5 kat daha fazla bulunmuştur. İngiltere'de sağlık hizmetleri devlet görevidir ve zengin ya da fakir herkes bu hizmetten eşit şekilde yararlanabilmektedir. Bu nedenle, görülen ölüm farkı hastaların bakımsızlığından ileri gelmemektedir. Bu farklılığın çeşitli nedenleri vardır. Bu nedenler arasında ailede çocuk artışının da sağlığı olumsuz etkilediği düşünülebilir (Tablo:6).

Tablo:6- İngiltere ve Galler'de Çeşitli Sosyal Sınıflardaki Erkeklerde (20-60 yaşındaki) Bazı Hastalıklardan Standardize Ölüm Oranları (1949-1953)

Ölüme Neden Olan Hastalık

Sosyal Sınıflar

1 2 3 4 5

Solunum yolu tüberkülozu

58 63 102 95 143

Mide kanseri

57 70 101 112 130

Bronşit

34 53 98 101 171

oldum olası dar gelirli ve çok çocuklu insanlar, "ekmek parası için çalışıyoruz" sözünü çok sık kullanır. Çok çocuklu ve dar gelirli ailelere karşılık, geliri aynı ama çocuğu az ailelerde besin maddeleri alımına daha az para harcandığından, bu aileler çok çocuklu ailelere oranla giyime, ev eşyasına ve sanayi ürünlerine daha fazla para ayırabiliyorlar, çocuklarını okutabiliyorlar ve hattâ para biriktirerek ev sahibi olabiliyorlar.

Aşırı doğurganlığın fiyat artışlarında da rolü vardır. Bilindiği gibi, bir malın fiyatı istem ve sunuya bağlıdır. Üretim nüfus artışına paralel artmadıkça, ücretlerin artması istemi artıracak ve sunu kısıtlı olduğuna göre fiyatlar yükselecektir. Büyük çabalar ve özverilerle elde edilen ücret artışı da kısa bir süre sonra işçi refahı yönünden etkisiz kalacaktır. Nüfus artışı, istemi artıran bir etmen olduğuna göre, doğurganlığın kontrolü, derhal olmasa bile, kısa sürede istemi kısıtlayacak ve mal fiyatlarının yükselmesini önleyici etmenlerden biri olacaktır.

Bir atasözü vardır, "kurda sormuşlar boynun neden kalın diye, o da kendi işimi kendim yaparım da ondan" demiş. Nüfus Planlaması Yasası çıkalı 7 yıl oldu, hükümet ve Sosyal Sigortalar Kurumu bu ne yaptı? hiçbir şey yapmadı.